Ali Adaçay
Depremler ve yönetilmeyen kaygı. Alanya depreminde ortaya çıkan acı gerçek
Gece yarısı bir ürkütücü bir sarsıntıyla uyanmak, çocuğunun çığlığıyla irkilmek, telefon ekranında art arda beliren 'son dakika deprem oldu' haberleri..
İstanbul, Kütahya ve Karadeniz bölgelerinde son günlerde ardı ardına yaşanan depremler, sadece yer kabuğunu değil, aynı zamanda toplumun sinir sistemini de sarsıyor. Ne yazık ki her sarsıntının ardından, sadece fay hatlarının değil, ihmal zincirlerinin de yeniden hatırlandığı bir ülkede yaşıyoruz. Ne acısır ki bu hatırlanma sadece 1, bilemediniz en fazla 3 gün sürüyor.
Deprem, bu coğrafyanın değil, bu yönetim anlayışının kaderi haline geldi. Halk, haberlerde uzmanların "Çok daha büyükleri olabilir" uyarılarını dinliyor, gece yastığa başını kaygıyla koyuyor.
'AFET YÖNETİMİ SADECE KAĞIT ÜZERİNDE'
Afetlere yönelik politikalar, kağıt üzerinde planlar, ihalelere ve ranta boğulmuş altyapı yatırımları ve bir türlü şeffaflaşamayan, 'ticari sır' denilen milyarlarca doları aşan kayıp fonlar.
"Ne yapacağız?" sorusunun cevabını kendimiz vermeye çalışıyoruz.
Psikolojik etkileri ise derinden, sessiz bir epidemi gibi yayılıyor. Çocuklarda gece korkuları, yetişkinlerde kaygı bozuklukları, uykusuzluk, geleceğe dair çaresizlik hissi. Alanya'da geçtiğimiz 31 Mart'ta saat 01:36'da Kandilli verilerine göre 4.1 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Bu depremin sonrasında bir vatandaşın sokağa çıkarak bilinçsizce, sinir harbiyle çığlık çığlığa koşuştuğuna dair haberler basına yansıdı. Sonradan anlaşıldı ki bu kişi Hatay depreminden 'deprem olmaz' denilen Alanya'ya yerleşmişti..
RUH SAĞLIĞINDA DA YIKICI ETKİ
Uzmanlar, “Afet yorgunluğu” denen kavramın toplumda kalıcı bir travmaya dönüşüp dönüşmediğini tartışıyor. Ortaya koyuyor ki deprem sadece binaları yıkmıyor, hayatta kalabilen insan ruh sağlığında da yıkıcı bir etkiye neden oluyor.
Peki ya devlet? Afet öncesi ve sonrası için şeffaf, hesap verebilir bir planı var mı? Her depremden sonra aynı cümleleri duymaktan yorulan insanlar, bu kez de sosyal medyada başlayan bilgi kirliliği ve resmî kurumların geç tepki vermesiyle yalnızlığını daha derinden hissediyor.
Bilinmezlik, korkunun en iyi arkadaşıdır. Ve ne yazık ki bugün, milyonlarca kişi tam da bunu yaşayarak o arkadaşlıkla yaşamak zorunda bırakılıyor.
Yönetim makamlarının yapması gereken şey, sadece büyük ekranlarda, görkemli toplantı odalarında harita gösterip 'tedbir alıyoruz' demek değildir. Bu fiziki şartlarda topluma ölümü neredeyse kabul ettirmişler gibi. İnsanların ruh sağlığını koruyacak, belirsizliği giderip güven hissini yeniden inşa edecek somut adımlar da gerekiyor. Afetlerle yaşamanın doğal olduğu bu coğrafyada, halkın en azından afetsizlik hissine ihtiyacı var. Ve bu da sadece bilimi, şeffaflığı ve sorumluluğu önceleyen ve en önemlisi makamlarda liyakata dayalı görevlendirmeler yapan bir yönetimle mümkün.
Aksi halde, her yeni depremle birlikte sarsılan şey sadece bina temelleri, insanların ayakları altındaki toprak değil, toplumsal psikolojinin ta kendisi olmaya devam edecek.